26 Ağustos 2012 Pazar

Küçük Mutluluklar


Boğaz'ın güzelliğini bir vapur yolculuğuyla çıkarmak üzere iskeledeydim. Eminönü-Anadolu Hisarı arasında çalışan vapurumuz iskeleye yaklaşırken saat 12:15'i gösteriyordu. İstanbul Boğazı'nın gün geçtikçe azalan mücevherleri yalılarını fotoğraflamayı iple çekiyordum. Denizden gelen harika kokuyu duyup, geçip giden irili ufaklı gemileri, tekneleri, uçuşan martıları görünce; "işte İstanbul bu" diye geçirdim içimden.



Vapurda dışarıda oturacak yer bulmak oldukça zor oldu. Yolcuların yarısı yabancı turist gibi görünüyordu; kulağımıza İngilizce, Fransızca, Yunanca, Rusça konuşmalar geliyordu. Ve gezi başladı... Galata Kulesi (Cenevizlilerin 1348'de yaptığı 62 metrelik muhteşem kule), Dolmabahçe Sarayı (Abdülmecid tarafından yaptırılan, 600 metrekarelik boğaza kıyısı olan, 56 sütunlu salonu, 4,5 tonluk 750 ampullü avizesiyle ünlü saray), Ortaköy Cami (1854'ten beri ayakta), Rumeli Hisarı (90 günde tamamlanan, dünyanın en büyük burçlarına sahip hisar). Kanlıca iskelesinin yanındaki kafeler tıklım tıklımdı. Bazıları ünlü Kanlıca yoğurdunun tadına bakıyor olmalıydı. Sarıyer ve balık lokantalarıyla Rumeli Kavağı.


Ve bir buçuk saat sonra Anadolu Kavağı'ndayız. Burası iki katlı evleri, Arnavut kaldırımları, adım başı balık lokantaları, kedileriyle şirin ve sakin bir yer.


Yemek yiyeceğimiz yeri seçtik, balığımızı ısmarladık ve deniz kenarındaki masamıza geçtik. Hemen önümüzde kefal balıkları atılan ekmekleri kapışıyorlardı.


Manzaramız gerçekten güzeldi. Martılar, vapurlar, tekneler, bazen kanatlarını açarak kurutan bazen denize dalan karabataklar...


Ismarladığımız leziz deniz çuprasıyla ve bol salatayla çok rahat doyduk. İkram edilen meyvanın üstüne keyif kahvelerimizi de içtik.


Lezzetli taze bir balık, manzara ve nefis hava için çok makul bir ücret ödedik.
Dönüş yolculuğumuzda vapurda çaylarımızı yudumlarken akşam güneşi yüzlerimize vuruyordu ve biz bu güzel şehirde boğazın tadına varmanın mutluluğuyla doluyduk.

Hiç yorum yok: