7 Ekim 2013 Pazartesi

Gap Turu Nemrut Dağı


Üçüncü günün son durağı Nemrut Dağı. Adıyaman'daki öğle yemeğinden sonra minibüslere binip dağa doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz üzerindeki Roma döneminden kalma Cendere Köprüsünü ve Karakuş Tümülüs'ünü geziyoruz, artık dar yollardan Nemrut'a tırmanma başladı, virajlı toprak yoldan dağa ulaşmamız saatler alacak.




Nemrut Dağı Adıyaman'ın Kahta ilçesinin Karadut köyünde, dünyanın sekizinci harikası sayılıyor. Anıt mezar ve heykeller 2000 yıldır kışın dondurucu soğuğuna yazın kavurucu sıcağına dayanıyor. Kireçtaşı ve kumtaşından yapılmış heykellerin yıpranmaya karşı daha aşağıda olan Adıyaman Müzesi'ne taşınması gündemde.



Yunanca "genler topluluğu" anlamına gelen büyük Kommagene Krallığı, Grek ve Pers uygarlıklarının kaynaştığı bu güçlü krallık 230 yıl hüküm sürmüş. Kralın diplomasi becerisi sayesinde uzun yıllar Romalılar ülkeye dokunmamış ama sonları yine eski Romanın elinden olmuş, Suriye topraklarına katılıp yok olup gitmişler, adları tarih kitaplarında bile yer almamış ta ki dağın zirvesindeki bu kalıntılar bulunana kadar.



Kral I. Antiacos'un hayali, yeni bir din altında Grek ve Perslerin birleşmesi, merkezinin Nemrut olması, böylece ölümsüz olmaktı.


Minibüslerimizin gelebileceği son noktaya vardığımızda nefesimin tırmanmaya yetmeyeceğini anladım, astım burada bana engel çıkarıyordu, rüzgar ve soğumaya başlayan hava planlarımı bozmuştu. Ama buraya kadar gelip zirveye çıkmamak ve benzersiz eserleri görmemek bir an aklımdan geçmedi. Çünkü rehberimiz yolda zirveye varmak için bir seçeneğimiz daha olduğunu söylemişti, katırcı Salih. Salih beyi buldum şirin adındaki katıra bindim ve tırmanma başladı.


Katır diğer arkadaşların gittiği yoldan farklı bir yoldan gidiyordu, daha dik ve zor sayılabilecek bir yoldan, bir kaç kişi daha katırla çıkmayı denedi ama vazgeçtiler, bilmem anlatabildim mi? Aklımdan kısa bir süre en kötüsü geçti ama sonra dedim ki "bu dünyadan bu şekilde ayrılacak kaç kişi var" :) ve katırcı Salih beyle konuşa konuşa yola devam ettik. Salih bey köyünden, altı çocuğundan, geçim zorluğundan söz ediyor, bir eliyle katırın ipini tutuyor, bir yandan yaya olarak dağa tırmanıyordu. Moral vermek için miydi gerçek miydi bilemem bana daha önce ata bindiniz mi dengeyi iyi koruyorsunuz dedi, neyse sonunda doğu terasına vardık, dönüşte yine aynı yolla geri inecektim.




Karşılaşılan heykeller ve tümülüs karşısında heyecanlanmamak mümkün değildi. Anıt mezar milyonlarca ufak taşın yığılmasından oluşmuş, mezarın önünde yukarıda bir kaidenin üzerinde oturur halde altı heykel gövdesi bulunuyor, yerdeki heykel kafaları bu heykellere ait, deprem ve yıldırımlar yüzünden kopmuşlar. Heykel başlarından biri doğal olarak kral Antiochosa ait, kendisinin tanrılarla birlikte heykellerini yaptırması, kral-tanrılığını ilan etmesi, buna inanması. Ayrıca iki yanda yeryüzündeki gücün simgesi aslan, gökyüzündeki gücü simgeleyen kartal başları bulunuyor.  Heykellerin sıralaması kral I. Antiochos, Tanrıça Fortuna, baş tanrı Zeus, Apollo, Herakles şeklinde. Kral Antiochos ya da Teos, heykellerin arka yüzüne 200 satırlık vasiyetini yazdırmış. Tabi koruma zincirlerini aşıp onu görme imkanımız olmadı. Aslında fotoğrafları çok hızlı çekmek zorundaydım, güneş batıyordu, rüzgar daha da sert esmeye başlamıştı ve hava gittikçe soğuyordu.



Hava fazla kararmadan benim tekrar katırla inmem gerekiyordu, rehberimize haber verdim ve yine katır sırtında dönüş yolculuğum başladı. İnişte dağın dikliği daha belirgin haldeydi ama batı terasından dönüş biraz daha kısa sürdü. Minibüslere binerken açıkta kalan yerlerimiz buz gibi olmuştu. Uzun bir yolculuktan sonra otobüsümüze ulaştık. Turumuzun en zorlu günüydü. Otobüsümüzle otelimize vardığımızda yemekten çok isteğim, sıcak bir duş ve rahat bir yataktı. Hepimiz dinlenmeli enerjimizi toplamalıydık çünkü ertesi gün erkenden yeni yerlere doğru yolculuğumuz devam edecekti.


Hiç yorum yok: