28 Nisan 2014 Pazartesi

Notre Dame de Paris Müzikali


Gelecek, geliyor derken sonunda yıllardır rekorları kıran müzikal İstanbul'a Zorlu Center sanat merkezine geldi. Gideceğimiz son anda belli oldu, bugün bir koşturma sonrası Zorlu Center'a doğru erkenden yola çıktık. Alışveriş merkezinde biraz atıştırma bir kahve derken, gösterinin saati geldi.


Bildiğiniz gibi eser Victor Hugo'ya ait, tertemiz bir aşk hikayesini ve bu aşkın önüne çıkan engelleri anlatıyor. Kambur bir bebeği çingeneler katedrale bırakır. Onu bulan rahip ona, eksik, tamamlanmamış anlamına gelen Quasimodo adını verir. Büyüyünce zangoçluk yapan Quasimodo çanlar yüzünden sağır olur. Quasimodo Esmeralda adındaki güzel çingeneye aşık olur ama rahibin de Esmeralda'ya ilgisi vardır, böylece olaylar gelişir. Eserde 1800'lü yılların Paris'i aktarılıyor, adalet anlayışı sorgulanıyor.


2.250 kişilik salon doluydu. İki saat boyunca oyuncular, dansçılar, akrobatlar nefis bir gösteri sergilediler. Müzik, dekor, ışık, sahne ve kostüm tasarımları için, sahne arkasındaki ekibi de kutlamak gerek. Bu arada Quasimodo'yu sanatçı Matt Laurent, Esmeralda'yı Alesssandra Ferrari'nin canlandırdığını söyleyeyim.


Gösteri boyunca, coşkuya kapıldım, hüzünlendim, üzüldüm; en çok dört oyuncunun çanlar içinde tavandan sarktığı sahneden, Esmeralda'nın hapis sahnesi ve final sahnesinden etkilendim. Finalde izleyenler, sanatçıları dakikalarca ayakta alkışladı. Eklediğim fotoğrafların Zorlu Center'ın sitesinden olduğunu belirteyim ve gösterinin o ünlü şarkısı "Belle" ile veda edeyim.

http://www.izlesene.com/video/notre-dame-de-paris-belle/1105089

27 Nisan 2014 Pazar

İstanbul'a Dönüş Yolunda

Günlerdir İtalya ile ilgili yazdıklarımdan sıkıldıysanız, aşağıdaki bu son yazımı, İstanbul uçağında, İtalya ile ilgili defterime karaladıklarımı takdimimdir.


                                        Torino: Sakin, yeşil şehir, ilk pizza deneyimimiz


Venedik: San Marco Meydanı, kanalların, köprülerin güzelliği, evlerin balkonlarından sarkan çiçekler...


Floransa: Görsel ve tarihsel hazinelerine söylenecek söz yok ama... Arkadaşımıza, tiramisu yemek için gittiği yerde, yemek yerse tiramisu servisi yapacaklarını söylemeleri... Dilim pizza ve fast food yenen yerlerin kapanması için kampanya başlatmaları, bu yerlerin şehrin kalitesini düşürdüğüne inanmaları... Bunlar çok hoş şeyler değil, sadece paralı turistin gelmesini istiyorlar sanırım.


S. Gimignano: Hiç bir olumsuz yönünü söyleyemeyeceğim. Dilim pizza da satılmaya devam ediliyor üstelik...


                                        Siena: Tarih, zenginlik, fanatiklik diz boyu...


Arrivederci Roma: Kalabalık, gürültülü, bu şehirde bizden bir şeyler var gibi. Yine görmek isterim, Trevi Çeşmesi'ndeki dileklerim tutar belki, kimbilir...



Napoli: Kalabalık, düzensiz, her şeye şarkı yazan insanların şehri.

Autogrill'ler: Otoyolda giderken cankurtaran simitleri.

Şarkılar: İtalyanca şarkıları eskiden beri severim, cinsiyet ayrımcılığı olacak belki ama erkek sesleri daha güzel.


Mutfak: Makarna, pizza, tiramisu, kahve, limoncello nefis. Her zaman taze malzeme, İtalyanlar bence de bu işi biliyor.

Banklar nerede: Sokaklarda yorulduğunuzda dinleneceğiniz banklar yok, sanırım insanları kafelere çekmek için. Bu yüzden bazı insanlar merdivenlerde, kenarda köşede oturup bir şeyler atıştırıyor.

17 rakamı: İtalyanların 17 rakamının uğursuzluğuna inandıklarını, apartmanlarda 17. katın, otellerde 17 numaranın, bazı uçak şirketlerinde 17 nolu koltuğun olmadığını biliyor muydunuz?

Alışamadığım: Siestaları, 15:00-18:00 arası yemek servisi olmaması.

26 Nisan 2014 Cumartesi

Köpüklü Bir Türk Kahvesi

Türkler genelde çayı çok sever, iki kişi bir araya geldi mi hemen çaylar söylenir, evdeysek çay suyu hemen ateşe koyulur. Ama ben daha çok kahve severim, özellikle Türk kahvesi. Türk kahvesiyle ünlü yerleri bulduğumda, tadına bakmadan yapamam. Şöyle bir fotoğraflarımı karıştırdım, değişik yerlerde içtiğim kahveler arasında sıralama yaptım. Birinci sırayı Bozcaada'da Çınaraltı'nda içtiğim damla sakızlı kahveye verdim. Aynı kahveyi alıp evde yaptım ama o tadı yakalayamadım, bir pişirme sırları olmalı.


  İkinci sırada Gap turunda Hasankeyf'teki o salaş kahvehanedeki lezzetli kahve olmalıydı.


Kahve Dünyası'nın sunumu sadedir ama lezzetiyle onu üçüncü sıraya yerleştirdim.


Küçükçekmece'deki Love Garden'ın yine damla sakızlı kahvesi dördüncü sırada.


Beşinci sıraya yemeklerini çok beğendiğim Big Chefs'in kahvesini aldım, yanında lokumuyla.


Altıncı sırada Lunch Box'ın kahvesi, yanında çilekli milföy tatlısıyla.


Yedinci Bistro Cafe'nin Türk kahvesi, sunumu ve lezzetiyle.


Sekizinci adını bir türlü hatırlayamadığım bir cafedeki kahve, güllü lokumu ve suların içindeki nar taneleriyle, tabii lezzetiyle.


Dokuzuncu sırayı Waffle House'un Waffle'ları kadar lezzetli kahvelerine verdim.



 Ve son sırayı da ekler pastalarla daha da lezzetlenen kahvelerimize bıraktım.


Nerede içtiğimi hatırlamadığım bir sürü kahve fotoğrafı arasından bu kısa listeyi yaptım. Ben kahveyi bu kadar severken, daha çok fotoğraf birikecek gibi görünüyor. Dilerim ömrümün sonuna kadar sağlığım engel çıkarmaz ve bu keyfimi sürdürebilirim. Çay ya da kahve neyi seviyorsanız, ağız tadınız bozulmasın, afiyet olsun.

İtalya Turu VI: Napoli


Napoli 2 milyon nüfuslu bir liman kenti, bu nüfusun on bini maalesef mafya bağlantılı, bu nedenle şehre girerken, rehberimiz bizi ara sokaklara girmememiz konusunda uyardı. Meydanda, Nuova Kalesi civarında, Toledo Caddesi'nde ve deniz kenarında gezebilirsiniz.


Örgütün mecliste de adamları bulunuyor, çocuklar yetişirken bu durumu normal bir olay olarak görüyorlar. Bir kaç yıl önce örgüt yüzünden sokaklarda tonlarca çöp birikmiş, sokaklarda çatışmalar çıkmış, masum insanlar da ölmüş, sonunda askeri birlik olaya el koymuş ve çöpler toplanmış.


Şehre girerken ve şehirdeyken pek çok yerden gördüğünüz Vezüv Yanardağı'nın yüksekliği 1150 metre, şu anda dağda bir hareket yok ama tehlike geçmiş değil. Buna rağmen dağın eteklerine "bize bir şey olmaz" diyerek evler inşa etmişler. Bu söylem bana yabancı gelmedi :)


Balkonlarda on iki ay boyunca çamaşır asılı oluyormuş, evlerinde giysi dolabı olmadığı  rivayeti var. Sicilya'da asılı çamaşırları yağmurdan korumak için sistem bile yapmışlar.


Napolililer için şarkı söylemesini ve yemek yemeyi iyi bilirler deniyor. Napoli, peperiçino denen acı biberin en çok tüketildiği şehir. Pizza, makarna ve tiramisu da Napoli de doğmuş. Pizzası biraz fazla domatesli ama çok lezzetli. İtalya'dan ayrılmadan limon likörü limonçellonun tadına bakmanızı da tavsiye ederim.




Şehir trafiğinde pek çok darbe almış araba göreceksiniz, rehberimiz tekrar çarpılacağı için yaptırmadıklarını söyledi. Torino'da Floransa'da arabaların hep yayalara yol verdiğini gördük ama Napoli'de böyle bir durumu beklememelisiniz. Emniyet kemeri zorunluluğu geldiğinde, emniyet kemeri baskılı tişörtlerin çok sattığını söyleyeyim, gerisini siz tahmin edebilirsiniz.



Kalabalık aileler halinde yaşamayı seviyorlar. Örneğin ailenin genci evlendiğinde evlerine bir kat daha çıkıyorlar, yeni evliler oraya yerleşiyor.



İtalya'daki tiramisunun bizim ülkemizdekiyle ilgisi yok, tıpkı pizza ve dondurmalarının farklı olması gibi. İçindeki peynirin farklılığı ve Rom çok farklı bir lezzet oluşturuyor. Bazı arkadaşlara ağır gelse de ben beğendim. Kafeden çıktıktan sonra otobüsümüzün gelmesine daha zaman olduğunu gördük, bilet alıp bir resim sergisine de girdik.




Bir gece otelde konakladıktan sonra (Hotel Cristina mükemmeldi), sabah bu kalabalık, gürültülü, sıcak insanların şehri Napoli'den ayrılarak havaalanına doğru yola çıktık. Napoli, bir haftalık İtalya yolculuğumuzun son durağıydı. Gezmek, yeni bir kültürü, yeni arkadaşlar tanımak, sanata lezzetlere doymak güzeldi. Ama İstanbul'a dönüş yolunda uçağın penceresinden bakarken, geride bıraktığım sevdiklerimi ne kadar özlediğimi bir kez daha anladım ve onlara kavuşacağım için mutluydum.

25 Nisan 2014 Cuma

İtalya Turu V: Vatikan, Saint Pietro Bazilikası


Vatikan katoliklerin yönetim merkezi. Saint Pietro (12 havariden biri) ya da Aziz Petrus Bazilikası Vatikan'da, Hıristiyan dünyasının en büyük bazilikası. 186 metre uzunluğunda, 22 bin metrekarelik bir alanı kaplıyor ve kubbe yüksekliği 136 metre. 20 bin kişi aynı anda dua edebiliyor.



M.S 4. yüzyılda inşa edilmiş, zamanla büyütülmüş, restorasyonlar yapılmış bugünkü halini almış. Kubbeye 7 euro ödeyerek asansörle çıkılabiliyor, ya da nefesinize güveniyorsanız merdivenden 5 euro ödeyerek çıkabilirsiniz.




Vatikan'ı Roma'dan sadece bir duvar ayırıyor. Saint Pietro Meydanı'na geldiğimizde yine Çinli turist istilasıyla karşılaştık. Uzun kuyruğu aşıp içeri girdiğimizde kilisenin serin havası, fonda çalan müzik ve her yeri kaplamış sanat eserlerinden etkilenmemek imkansızdı.



Metrelerce yukarıya doğru uzanan mermer sütunlar, ihtişamlı duvar ve tavan süslemeleri, mihrap, tablolar, heykeller her şey çok etkileyiciydi. Benim için, belki de pek çok sanat sever için içerideki en önemli eser, saldırıya uğradığı için bir koruma içinde sergilenen Pieta Chapel denilen heykeldi. Michalengelo bu eseri 23 yaşındayken yapmış, eserde Hz. İsa'nın cansız bedeni Hz. Meryem'in kucağında görülmekte. (eklediğim ilk fotoğraf) Ayrıntılar o kadar yumuşak ve naif ki, sanatçı eseri sanki mermerden değil de çok yumuşak bir maddeden yapmış gibi.



Papa ünlü balkona çıktığında, onu meydandaki binlerce kişi izliyor; Paskalya yaklaştığından biz oradayken otellerde yer kalmadığını milyonlarca katoliğin Vatikan'a ve Roma'ya akın ettiğini öğrendik.
Vatikan'ı 500 yıldır, 19-30 yaşları arasında, turuncu,kırmızı,mavi çizgili üniformalı İsviçreli muhafızlar koruyor. Bu muhafızlar dört dil biliyor, 1350 euro maaş alıyorlar ve bekaret yemini etmişler. Sadece onbaşı rütbesine ulaşanlara evlilik izni veriliyor.



Bizim zamanımız olmadı ama Vatikan'a giderseniz Vatikan Müzesi'ni de gezmelisiniz. Müze 42 bin metre karelik bir alanı kaplıyor, içinde değişik papalar tarafından toplanmış 70 binden fazla eseri barındırıyor ve dünyanın en büyük Roma müzesi kabul ediliyor. Gitmeden sitesinden rezervasyon yaptırırsanız, uzun kuyruğu aşıp müzeyi gezebilirsiniz.

(bir sonraki yazım Napoli)

İtalya Turu IV: Roma


Bütün yollar Roma'ya mı çıkar bilemem ama çarşamba günü bizim yolumuz Roma'ya çıktı. Roma, Tiber nehrinin böldüğü, tarihi, kalabalık, gürültülü ama çekici şehir. Şehir merkezinde yeni bina bulunmuyor, her yer tarih kokuyor. İstanbul gibi yedi tepesi olan şehrin altında 2800 yıllık bir tarih yatıyor. İlk durağımız Colosseum'a doğru ilerlerken, bu zengin tarihin gün ışığına çıkarılmış bölümlerini hayranlıkla izledim.



Colosseum bildiğiniz gibi Roma İmparatorluğu'nun inşa ettiği en büyük arena. M.S 80 de tamamlanmış, elli bin kapasiteli görkemli bir yapı, bilet alarak içini de gezebiliyorsunuz.





Piazza Venezzia yani Özgürlük Meydanı'nda maalesef Düğün Pastası denilen büyük bir yapı var. Meydanı neredeyse kaplamış, pek çok İtalyan da bu yapıyı sevmiyor, hatta yıkılmasını isteyenler bile olduğunu okudum. Ben sadece yapının üstündeki tanrıça Viktoria'nın atlı araba süren heykellerini beğendim. Sanat uzmanı değilim ama gerçekten göze kötü görünüyor, fotoğraflamak bile istemedim.


Trevi Fountain yani klasik anlamda Aşk Çeşmesi'ne gelince. Ben çeşmeyi büyük bir meydanın ortasında hayal etmiştim, oysa ufak bir alana sıkışmış. Kalabalık da bu alana sıkışmış doğal olarak, o kadar kalabalıktı ki, uzaktan net bir fotoğraf almak mümkün olmadı. Eser heykeltraş Nicola Selvi'ye ait, ortada deniz tanrısı poseidonun heykeli bulunuyor ve 26 metre yüksekliğinde, 20 metre genişliğinde. Kalabalığa aldırmadan, her zamanki gibi, bir yer bulup suyun sesini dinleyerek bu devasa eseri izledim. İnsanın sanatla buluştuğu bu gibi anlar ruhu dinlendiriyor.




Roma'ya gelip İspanyol Merdivenleri'ne uğramadan olmaz derler. Üstte Trinita Kilisesi'ne kadar uzanan merdivenler yine kalabalıktı, havalar ısındığında buradaki kalabalığı düşünmeden edemedim. Merdivenlerden inip aşağıya doğru devam ettiğinizde, buranın ünlü markalarla dolu Via del Corso caddesine ulaşıyorsunuz.



Roma'da görülmesi gereken diğer bir yer Piazza Navona'daki Bernini'nin Dört Nehir Çeşmesi (Fontana della Baraccia). Şehrin her yanında Bernini'nin heykel ve çeşmelerini görebilirsiniz. Meydanda pek çok kafe var, burada bir yorgunluk kahvesi de alabilirsiniz. Ben görmedim ama gece de meydanın çok güzel olduğunu duydum.
Şehirde ücretsiz gezebileceğiniz sergiler de var, örneğin biz oradayken Frido Kahlo'nun muhteşem sergisi ücretsiz gezilebiliyordu.
Roma eğlenmeyi, yemeyi, yaşamayı seven bir şehir, güney insanının sıcaklığını burada hissedebiliyorsunuz. Roma'yı anlamak tanımak için burada daha uzun kalmak gerek ama bizim yolculuğumuz devam ediyor.

(bir sonraki yazım Vatikan)